bugün

entry'ler (873)

adalet ve kalkınma partisi

olm tartışmadan yeni haberim oluyo, yorumları okudum, iki tarafa da hak verdim, aynen kılıçdar'da vatandaşın parasıyla lüks şatafat içinde yaşamamalı, hükümet kadroları da, bu bu kadar basit. kalkıp taraflardan birisinin yaşamasını desteklemenin bi alemi de yok.

bu lüks yaşam avantaj sağlanmaksızın, kendi çabasıyla, günün piyasa şartları kapsamında serbestçe ve adil bi şekilde edinildiyse söylecek bişey yok. ama şuanda netiz değil mi? Şu veya bu taraftan, her taraftan bu şekilde suistimale maruz kalıyor düz vatandaş olarak. komple karşı çıksak buna, he??? birbirimizi yemek yerine. ha olayın bizzat faydalanan tarafısınızdır o zaman lafım yok, buyurun survive etme hakkınızı çirkefçe de olsa kullanın. ama yok be olm o adamlar da sözlüklerde falan takılmıyo zaten. e o zaman bi susun mk doğru yorumu becerip yapamayacaksanız.

gerçek osmanlıların kadıköylüler olması

osmanlı 1299'da kuruldu, 50 sene sonra 1353'te kadıköyü aldı osmanlılar, 100 sene sonraysa avrupa yakası alındı. halıcıoğlu'nun oralar falan, o zamanki constatinople yani. o aradaki yüz senede anadolu yakasında türkler, avrupa yakasında bizanslılar yaşadı. o yüzden istanbul'un en eski cami 1350'ler kadıköy'de yapılmıştır.

pahalılık

türkiye'de mevcutta yaşanan versiyonunun; konut ve otomobil gibi temel ve büyük montanlı harcamaların artık bir çok insanın hedef ve hayal range'ından çıkmış olması sebebiyle yaşanan görece gelir efekti kaynaklı olduğunu düşünüyorum. örneğin memur maaşları, ev araba almak isteyen insanlar için düşükken bunlardan vazgeçmiş insanlar için de fazla yüksek. bu şekilde, tüm gelirini tüketime kanalize etmeyi rasyonel bulan tüketici hangi fiyattan ne sunulursa tüketiyor, çünkü harcanabilir geliri fazla. avrupa'daki restoranlardan pahalıya yemek yiyoruz olayının da temelinde bu var diye teşhis ediyorum.

yani aslında konut ve araç fiyatlarında olası bi reel düşüş tüm ekonomideki önlenemez enflasyonu önleyebilir bi etki yaratacaktır.

erdal beşikçioğlu

itici bi herif. babala tv'deki 5 dakikalık izlenimim bu. değişmez de kolay kolay.

gibi

son bölümün son sahnesinde yılmaz bilerek mi yaptı o yanlış değerlendirmeyi anlamadım. ilkkan'nın başka birisi olma ihtimalini, 450 bin TL maaşı, ara ara patronuna blowjob yapmanın karşılığında alma fırsatını teperek, başka birisi olma fırsatını elinin tersiyle ittiğini söyleyerek. aslında tam aksine illkan bu parayı istemediği birşeyi yapmamak adına redderek tam olarak başka biri olarak ayrılmıştı geceden.

tanrı inancının dünya sevgisinden kaynaklanması

ispatlamak mümkün değil tabi ancak teorik bir idea. denilebilir ki bak işte dindar ayağı yapan bazı insanlara, dünya sevgisi mi var onlarda diye, haklısın derim ama belki de içinde, en özünde seviyordur ve sevgisini aktarma şekli budur yani.

fikir özetle şu; bi insan bu hayatı tüm kusurlarıyla falan herşeyiyle sevdiğini fark ediyorsa, ki genelde üzgün, dipte hissedilen anlarda gelebilecek bi duygu aslında, o kısa anlarda içi bi şükran hissiyle doluyor, o an fark ediyorun ki lan biz bilmiyoruz amına kodumun yerinde yaşamayı, müthiş bir amusement park sunmuş sana adam, olup olabilecek en kusursuz deneyimi, yani en baba simülasyon oyununun milyonda biri varyetede deneyim sunma şansının olmadığı, kusursuz bi tasarım. al diyo sana, al şimdi bunla ne yapmak istiyorsan onu yap, nasıl bi insan olmak istiyorsan onu ol. sonra biz gidip yarrak gibi adamlar oluyoruz, yarrak gibi şeyler yapıyoruz. bunu fark ettiğin o an sürekli omuzlarında bi yükmüş gibi taşıdığın o yarrak gibi bi adam olma hissinden tamamıyla arındığın tek anlar oluyor zaten. bikaç gün önce ataşehir trafiğinde sıkışmış kalmışken hissettiğim bazı hislerin bugünkü anımsaması bu. şöyle bi histi, birisine teşekkür etmek, şükran duymak istiyorsun bunun için, boşa gitsin istemiyosun o derece takdir edesin, tapınasın var çünkü. sonra tapınıyorsun da, herhangi bir yöntemle değil, o saniyelik hissi yaşayarak.

dün sabahsa açık, geniş otoparkta huzursuz düşüncelerle arabaya yürürken ağzımdan istemsiz şu cümlenin çıktığını duydu kulaklarım; "mutluluk yok mu lan bu dünyada"...

iyi davranışın insanları rahatsız etmesi

bana kalsa hep iyi davranırdım. ama bi süre sonra batıyor insanlara iyilik...

yakınlaşınca uzaklaşıp uzaklaşınca yakınlaşmak

bu tavrı tiye alarak kartları lehine çevirebilirsin. bozulup, içerlemek yerine altını çiz, tiye al, sonra yaslan arkana izle. doğru gününüzdeyseniz her şeyin çözümü var.

yabancı fahişelerin kocacım demesi

genelde bu eski sovyet ülkelerinin türkiye'de faaliyet gösteren fuhuş emektarlarında böyle bir jargon var, kocacım derler. bana da denmişliği var. çok ironik gelmiştir hep, aslında hayattan en büyük beklentisi evden kaçmak, ev dışındaki bi dünyayla açılan en net galaktik portalden geçip bi anda kendini o tay gibi uzun bacaklı, mini etekli, renkli gözlü sarı saçlı yavruların cirit attığı ve o zamana dek sandığının aksine aslında bu insanlarla aynı evrende var olduğunu gördüğü bi dünyaya paralel geçiş yapmak olan bi adama, "kocacım" demek. adam zaten evli, 3 çocuklu, zaten karısından bu kocacım tarzı, jargonu yüzünden kaçmakta, bi de sen halin tavrına hiç de uygun olmayan o tarzı benimsemiyo musun be güzelim, tanrının bu dünyaya imza olarak serpiştirdiği ilginç ironilerden birisisin.

joseph stalin

kendisini "genaralissimo" yapıp, sonrasında bunu fazla şaşalı, abartılı bulup mareşal brövesi takmaya tekrar geri başlamış bi süre sonra.

askeriyedeki unvanları biliyorsunuz; asteğmen-teğmen-üsteğmen-yüzbaşı-binbaşı-yarbay-albay-tuğgeneral-tümgeneral-korgeneral-orgeneral diye giden hani. bunların da üzerinde mareşal vardır. tüm bir orduya savaş zamanı komuta etmiş ve zafer kazanmışlara verilen ünvan. onun da üzerinde genrralissimo var işte. agam, babam paşam yetmiyor biz bu adama allah diyek tapak noktasına gelen toplumlarda icat edilmiş. toplumlar genellikle bundan kaçınmış, sınırların dışına çıkıldığında işlerin manasızlaşacağının ayırdına varmış ve bu unvan çok nadir dönemlerde çok az insana verilmiştir. tüm tarihte bu unvana ciddi bir otorite tarafından layık görülmüş 5-6 kişi ancak var.

bi tanesi alexander svorov mesela, çariçe katerina'nın büyük generali, osmanlı'yı, avusturyalı'ları, italyan'ları, hatta yanlış değilsem küçük bir muharebede napolyon'u (bizzat napolyon'a karşı savaşmamış olsa da karşısındaki napolyon'un ülkesini yenmiştir) falan bile yenen rus general. ona verilmiş bir. çin'de komünistler chai-shek'mi ne öyle bi herife vermişler ki kendisi sonrasında 40 yıl çin'i öyle ya da böyle yönetmiştir. ispanya'da yalandan bi franco (kendi açgözlülüğü, yoksa hak edecek birşey yapmadı) falan filan gibi üç beş adam.

çünkü böyle unvan, mertebe dağıtma olayında bu gibi bi risk var, ölçüsünü kaçırırsan olayın kendisi tümden anlamsız hale geleceği için ince bi çizgide yürümeli insanlara tapınmada, insanın kendisine tapmasında.

stalin gaza gelmiş işte, çevrenin de gazlamasıyla vermişler bu unvanı kendisine. jukov'a verilmeyip bu reise verilmiş. almanya'daki dengi bu unvanın Reichsmarschall
oluyor, o da sadece hermann göring'e verilmiş.

stalin unvanı alıyor, bir süre sonra ulan bu da çok abartı oldu deyip bir altındaki mareşal uniformasıyla gezmeye başlıyor tekrar. insan nefsine dair güzel bir detay bence.

allah allah inancı denilen duygunun nazamla

niyazla alakalı bi durum olmadığını biliyordur bence."..

annemin bana bi sonraki dine uygun olmayan davranışıma dair çıkışında alacağı karşılık.

dünya kötü olduğunu varsaymaya başladığında

çok güzel bi yer. aksine güzel bi yer olduğunu varsaymaya başladığında ise tam bi cehennem. kötü olduğunubilelim ya da aslında ne kadar daha çok kötü olabileceğini tahayyül edelim, ona göre yaşayalım.

spor salonuna giden erkeğin amacı

spor salonu size bi şeyi öğretir, bana 10 yıllık bi süreçte öğretti, bi gym sloganıdır; "yorulduğunda değil, bittiğinde biter"... bu sözü sırf duymuş olmak, ya da üzerine düşünerek kararlar almak tabi ki tek başına yeterli değil ama hiç duymamaktan iyidir. ben duyalı bikaç sene oluyor, sporun bana neler kattığını anlamama yardımcı oldu.

bu sözü içselleştirmeniz gerekiyor, onu da o salona yıllar boyu yılmadan giderek, yorulduğunuzda değil, bittiğinde bırakarak, bu alışkanlığı edinerek yapabilirsiniz. sözü içselleştirmiş olsanız dahi ne zaman bittiğine karar verme inisiyatifi sizde olacağı için yine de buna uygun davranacağınızın bi garantisi yok. kendi adıma nadir zamanlar dışında kendimi aman aman sıkmadım hiç sporda. tam olarak istediğim gibi bi vücudum var. daha fazla kaslı olmak isteseydim, daha fazla çalışırdım, buna çok önceleri karar vermiş durumda, bundan eminim sadece.

bittiğinde bırakanlara saygılarımla.

saraca nın karizmatik olması

olm olmayan şansını bitirirsin böyle. bırak sen, hiç bişey yapma, olduğun gibi dur 2-3 tanesi çarpar, 2-3 skorla bitirirsin ömrü güzelcene. böyle devam edersen 0.

ağva daki tarlama kırmak için duvar yaptırdım

Siniri olanl, acısını bi yerlerden cıkarmak isteyenlerle gidelim kıralım.

sözlükteki açık ara en iyi yazar olmak

kukla demiş adam, tanımam etmem. 3 sene önce o zamanki kız arkadaşım sözlük nickimi keşfedip ondan önceki 4-5 yılda yazdığım her haltı okuma imkanına kavuştuğu için o kullanıcı kimliğini ve yazdığım herşeyi silmek zorunda kalmıştım.belli bi süre sonra da bunu almıştım. o nickname ile de benzer bir profildim, bi tık daha aktif, bi tık daha bilinen ama o zaman da aynı şekilde ederinin çok altında işlem gören bi yazardım bu ortamda (ortamın bitikliği gereği. şimdiki kadar bitik olmasa da yine de bitikti yani. hep bitikti. bitikliği arttıkça iyi bi yazarın anlaşılması ihtimali de doğrusal olarak azalmaya devam etti doğal olarak).

not: bu uzun açıklamayı kukla, mukla, burasının saçma sapan bütün gün entry girip kendince 8 tırnak içinde fenomeni olmuş saçma sapan tiplemelerinden (tahmini bu yönde, kukla denen niki bilmiyorum dediğim gibi) birisine benzetilmeye tepki olarak yapıyorum, başka bir nedenle değil.

sözlükteki açık ara en iyi yazar olmak

yanlış anlamayın, yaş kemale erdi, bu gibi trollükleri geçmişte bıraktık artık ama yıllardır haftada bikaç entry ile katkı sağladığım, çokça vakit harcamadığım için bilinirliğimin az olduğu bu ortamda başka kimse tarafından dile getirilmediği, getirilmeyeceği için mecburen yapmak zorunda kaldığım tespit.

konunun benim acaip bi yazar olmamla falan da alakası yok aslında, burada sıklet hakkaten çok düşük. o kadar düşük ki çoğu insan iyi bi yazıyı, zekice bi entryi anlamak, takdir etmek becerisini dahi sergilemiyor, geçtim yazmayı... haliyle anlaşılmayacağını kabullendiğin, orjinal fikirler üretmek için herhangi bi çaba içine girmeyeceğin bi ortama dönüşüyor hızlıca. burada orjinal denebilecek, bana ait olmayan bi fikri en son okuduğumda sene 98 falandı. andy cole manchester united forvetinde dwight yorke ile forma kapma yarışı veriyordu.

bu yazıyı okuyan 1,2 kişi dışında alayı nickimi bile ilk kez görüyor farkındayım. ama aha entrylerim orda, götü yiyen son 10 tanesinden rastgele 3 tanesini okuyup bu iddiama samimi bir şekilde karşı gelsin, ben de götümü kesicem. sevgiler.

canavar gibi olmak

geçici bi histir. istersen kralı ol. geçici.

tırnak makaslarının ergonomik olmaması

valla çeşit çeşit makas vardır, şimdi benimki ergonomik diyen olursa da saygı duyarım ama benim bugüne kadar kullandığım 20-30 farklı tırak makası olmuştur, hepsinin de ucunda şu zincir gibi aparattan vardı, ve tırnak keserken bastırdıkça o zincir kısmının da bulunduğu, açıklığa pres uyguladığın alan parmakları acıtmaya başlıyor. bir eldeki 5. tırnağa doğru geldikçe artık bu sızı dayanılmaz hale geliyor. 6 parmağın olsa tamamlayamayacaksan. bu da böyle bi salaklık. üreticilerine selam olsun.

cinayet suçunun ikiye ayrılması gerekliliği

şu esenyurt'taki tekel olayının üzerine bir düşüncem.

cinayet sanıyorum şuan indirimsiz falan 20 yılla falan yargılanıyor, anladığım kadarıyla 9-10 senede bi sebeple salınıyor ortalama yatanlar. bu arada bunun halka açık bir istatistiği vardır umarım, bi suçun yasadaki azami teorik uygulanma süresi/pratikte hakimler tarafından o suç için verilmiş yatar süresinin ortalama süresi/uygulamada aynı suçu işleyenlerin ortalama kaç yıl yatıp çıktığı süre şeklinde. araştıracam, sanıyorum baya çarpık bi durum söz konusu bu açıdan uygulamada.

konuya gelirsem, bu herifler içeriden çıkmamalı hacı. beyaz gömlekli olanın instagram profili var tarık özerbay diye, eleman baktın mı sağımızda solumuzda çokça rastlaştığımız bi profil. alaçata, kaş maş, gece klüpleri, publar falan oraya buraya girip çıkan orta yaşlı, hani ortama tam ait de olmayan ama bi şekilde bi girip bakıp çıkıcam şeklinde takılıp ilk bakışta çok da rahatsızlık vermeyen cinsten.

haliyle olay ben dahil orta sınıf, düzgün bi hayat yaşamaktan başka derdi olmayan insanlarda anksiyete yaratmış durumda. ekşi sözlük'teki başlıkta 1500 tane falan çok kaygılı entry mevcut.

haklı bi kaygı olduğunu düşünüyorum ve kendimce çözüm önerim;

1-cinayet konsepti her türlü kabul edilemez olmakla birlikte duygusal boşalma, fevrilik, regresiflik gibi kişisel sebeplerle işlenenler+toplumda güç algısı oluşturarak hayatta maddi/manevi avantajlı konuma gelmek üzere bir enstrüman olarak kullanıldığı durumlar

şeklinde ikiye ayrılmalı. Yani kişisel sebepler ve stratejik kaygılar şeklinde ikiye ayırabiliriz cinayeti.

2-şimdiki durumda bunu böyle yapmamak; ya işte kader mahkumları var, bazı olaylar başımıza gelmediği için onların masumu değiliz, cinayeti işleyen kişiyi bu noktaya iten sebepler acaba nelerdi gibi bir düşünceden dolayı iki grubu aynı şekilde ele almakla sonuçlanıyor. yani ilk gruptaki olası kader mahkumları, talihsizlerin arasında ikinci gruptaki şiddeti-cinayeti stratejik araç olarak kullanan şerefsizler de kaynıyor, aradan sıyrılıyor.

3-toplumda esas anksiyete yaratan durumlar bu ikinci tipteki, şiddeti bi hayat idare yöntemi olarak ele alan tayfa. bunların şiddeti sistematik, yani şiddeti daha fazla uygulayıp bu konuda daha fazla cezalandırıldıkça adamın edinimi, avantajı artıyor. birini vurup giriyor 3-5 sene yatıp çıkıyor, senin benim aramda gezmeye devam ediyor, artık yatmış, kayışı koparmış, her an geri içeri girmesinde bi beis olmayan tipler olarak.

4-ilk grupta mevcut cinayet ceza hükümlerini uygulamaya devam edebilirsin.
ikinci grupta ise ömür boyu hapsi geri dönüşü olmayacak şekilde uygulayacaksın. ölene kadar hapiste. bu saikle, bu amaçla şiddet uygulamayı göz alacak adam bunu bilecek. sağda solda dayı, mafya, reis şekli yapıp altında arabalar, jipler, villalar kaynağı nerden geldiği belli olmayan bi hayatı yaşamanın böyle bir riski, böyle bir bedeli olacak. hala da göze alan varsa buyursun mesela.

5-cinayetin kapsamının birinci gruba mı ikinci gruba mı ait olduğu hakim takdirinde belirlenecek, yargılamaya dair en önemli unsur bu olacak. bi cinayet kişisel sebeplerle mi işlenmiş, stratejik/mafyatik oluşum kaygısıyla mı? ikincisi mi, sevk edeceksin devlete karşı işlenen suçların incelendiği mahkemeye, orda da yargılamanın çıktısı evet/hayır, suçsuz (yani cinayet yok) ya da ömür boyu hapis.

6-çünkü bu gibi girişimler/aksiyonlar toplumun ve devletin varlığına yönelik tehditlerdir, en ağır şekilde yargılanmalıdır. jean-jac rousseau'dan, thomas hobbes'ten beri vatandaşın devleti ile yaptığı bir akit vardır ve taraflar akde sadık kalma, akdi uygulayabilme gücünü sergileyebilmek zorundadır. en nihayetinde ortalık ne kadar manyak kaynasa da bunların oranı tüm toplumda %5'i geçmeyecektir. kalan %95 olarak mal olmasak, mal olmazsak, bunu engelleyebiliriz.